Kaygı; endişeli düşüncelerin eşlik ettiği, gerginlik hissi ve kan basıncındaki artışla birlikte bedende çeşitli değişimlerin gözlendiği bir duygudur. Kaygı; tıpkı mutluluk, üzüntü, öfke, korku gibi pek çok duygudan biridir ve kaygılanmak oldukça normal bir tepkidir. Kaygının arttığı durumda ise belirtiler, başta bedensel olmak üzere düşünce ve davranış düzeyinde de artış gösterir. Huzursuzluk, yoğun endişe hali, gerginlik, odaklanmada güçlük, endişe verici düşüncelerin kontrol edilemez şekilde artışı, uyku (kabus, gece terörü) ve iştah problemleri sıkça gözlenir. Bireyin gündelik hayattaki işlevselliğinin olumsuz yönde etkilenmesi sonucu kaygı belirtileri, kaygı bozukluğu haline gelebilir.
Korku mu Kaygı mı?
Sokakta yürürken karşınıza aniden bir yırtıcı çıktığını hayal edin. O esnada verdiğiniz tepki yalnızca korku değildir. Kalp atım hızınız artar, kan akışı hızlanır, sık nefes alıp vermeye başlarsınız ve bacaklarınıza doğru kan akışı gerçekleşir. Beyin o sırada sizi harekete geçirir. Verdiği tepki oldukça nettir: Kaç!
Gerçek bir tehlike anında beyindeki alarm sistemlerinden biri olan “Kaç ya da Savaş” sistemi devreye girer. İki seçenek vardır: Aniden ortaya çıkan bir tehlike karşısında ortamdan kaçmak ya da mevcut tehlikeyle savaşmak. Bir diğer olası tepki ise donakalmaktır.
Korku, insanların “gerçek” bir tehlike karşısında verdiği, otomatik olarak devreye giren insanın doğasında var olan hayati bir duygudur. Güvenliği tehdit eden ya da tehdit etmesi muhtemel tehlike anlarında önlem almayı ve bu sayede korunmayı sağlar. “Kaygı” anında da tıpkı korku sırasında gerçekleşen aktivite meydana gelir. Zihin “gerçek bir tehlike varmışçasına” hareket etmeye başlar. Bu defa sokak ortasında üzerinize doğru gelen bir yırtıcı yoktur ama geleceğinizle ilgili önemli bir sınavın bitimine yalnızca beş dakika kalmıştır. Tam o esnada “Alarm sistemi” devreye girer. Beyindeki bu uyarılma sadece bedensel olarak değil, düşünce ve duygu düzeyinde de insanları harekete geçirir. Bireyi tehlikelere karşı uyarma, koruma ve harekete geçirme özelliği bulunan kaygının her gün ya da günün pek çok anında gözlemesi; “alarm sisteminin” her an devrede olması anlamına gelir. Oldukça yorucu ve işlevselliği olumsuz yönde etkileyen bu durum, daha sık gözlendiğinde kaygı bozukluğuna dönüşebilir.
Örneğin, sokakta yürürken gelen bir patlama sesi kişide irkilmeye yol açabilir ya da yeni bir işe başlarken duyulan endişe oldukça olağandır. Ancak kaygı bozukluğu durumunda bu tepkiler yoğunlaşır ve duruma özgü değildir. Gözlenen belirtiler, bireyin yaşamını olumsuz yönde etkilemekte ve hayatını pek çok açıdan zorlaştırmaktadır.
Çocukluk Döneminde Gözlenen Kaygı Bozukluğu
Çocuklarda kaygı bozukluğu genellikle bedensel semptomlarla kendini gösterir: Gastrointestinal sorunlar (sindirim problemi, karın ağrısı, kabızlık vb.), kalp çarpıntısı, yorgunluk, terleme, nefes alıp vermede değişim, kendini sıkma gibi. Bedensel semptomların yanı sıra düşünce, duygu ve davranışlarda da farklılıklar gözlenir. Geçmiş bugün veya gelecekle ilgili kaygı uyandırıcı düşünceler, çocuklarda davranışsal sorunlara yol açabilir: Okula gitmek istememe, sosyal etkinliklere katılma konusunda isteksizlik, yaşıyla uyumlu şekilde ondan beklenen davranışlar yerine evde kalmayı tercih etme vb.
Kaygı belirtilerini çocuklar çok farklı şekilde gösterebilir:
Bedene Odaklanmış Tekrar Edici Davranış Örüntüleri:
Saç çekme (trikotilomani), tırnak yeme, dudak/yanak içini ısırma, diş sıkma, yüz yolma gibi tepkiler bedenle ilişkili gözlenen davranışsal tepkilerdir.
Genellenmiş Kaygı Bozukluğu:
Belirli bir alanda değil, pek çok konuya dair kaygı verici düşünceler eşlik edebilir: “Ya hasta olursam, Kanser olursam, Anneme babama bir şey olursa? Ya beni okuldan almaya gelemezlerse? Evimize hırsız girerse? Sınavda iyi not alamazsam” gibi. Bu gibi durumlarda çocukta yoğun bir huzursuzluk, endişe hali, öfke, gerginlik, bazı durumlarda ise utanç ve suçluluk duyguları gözlenebilir. Bu tarz düşünce ve duyguların yoğun yaşandığı durumda çocukta öfke patlamaları, parmak çıtlatma, odaklanmada güçlük, okul reddi ya da aşırı derecede ders çalışma gibi davranışsal tepkiler ortaya çıkabilir.
Panik Bozukluk:
Panik bozukluk, artan kalp atım hızı, terleme, baş dönmesi, hızlı nefes alıp verme, bayılacakmış hissi gibi bedensel belirtilerle kendini gösteren; öfke, korku, kaygı, çaresizlik gibi duyguların eşlik ettiği durumları içermektedir. Bu gibi düşünce ve duygular baskın olduğunda çocuk, kendini rahatlatmak için rahatsızlık veren ortam/durumlardan kaçınabilir. Okul reddi, okuldan kaçma, daha önce panik duygusunun geldiği yere gitmek istememe gibi belirtiler gözlenebilir.
Sosyal Kaygı/Sosyal Anksiyete:
Sosyal ortamlarda yaşanan yoğun korku ve endişe olarak gözlenir. Terleme, karın ağrısı, yüz/kulakların kızarması, titreme, gerginlik hissine ek olarak utanç verici düşünceler eşlik edebilir: “Rezil olacağım, herkes bana gülecek, dilim sürçerse herkes benle alay eder, benden hoşlanmayacaklar, aptal gibiyim, saçma bir şey söyleyeceğim” gibi. Çocuk, kendi performansıyla ilgili kaygı duyduğu için topluluk önünde konuşmaktan, yeni kişilerle tanışmaktan kaçınabilir.
Özgül (Spesifik) Fobiler:
Belirli bir nesne (uçak vb.), hayvan (örümcek, köpek vb.) ya da duruma (yükseklik, kalabalık, asansör vb.) karşı yaşanan yoğun endişe ve korku halidir. Fobik nesne/durum karşısında kalp atımlarının hızlanması, titreme, uyuşma hissi, sık nefes alıp verme, terleme gibi bedensel tepkiler gözlenmekte; çocuk fobik durum/nesneden kaçınma eğilimine girmektedir. Bu gibi anlarda ağlama, anne babaya sarılma sıkça gözlenen tepkiler arasında gelir.
Çocukluk Döneminde Gözlenen Kaygı Bozukluğunun Tedavisi
Kaygı bozukluğu tedavisinde Bilişsel Davranışçı Terapi, Oyun Terapisi gibi terapi türleri sıkça kullanılmaktadır. Psikoterapinin yanı sıra medikal tedavi de eş zamanlı uygulanabilmektedir. Kaygı bozukluğu için kullanılan ilaçların hekim kontrolünde kullanılması oldukça önemlidir.
Psikoterapi sürecinde psikoeğitim, sosyal beceri eğitimi, maruz bırakma gibi yöntemler kaygı bozukluğu ile baş etmede kullanılan başlıca tekniklerdir. Bunun yanı sıra kaygı yaratan olayı fark edip o sırada akıldan geçen düşünce ve hissedilen duygu ile bağ kurarak bu düşünce ve duyguların davranış üzerindeki etkisi çocuğa/gence aktarılır. Bazı durumlarda günlük kayıt tutma ya da kaygı uyandıran duruma özellikle kendini maruz bırakma gibi ev ödevleri de terapi sürecine eşlik eder. Çocuğun yaşı, yakınması, belirtilerin şiddeti; terapi sürecini şekillendirir. Bu süre zarfında ebeveyn/bakım veren kişilerle de çalışmalar yürütülmektedir.